“Mantık sizi ‘A’ noktasından ‘B’ noktasına götürür. Hayal gücü ise her yere.”
Albert Einstein
Albert Einstein’ın muhteşem sözü aslında bugünkü girişim ekosisteminin temelinde yatan bir unsur. Hayal etmek insanlığı, aradan çok kısa bir süre geçmesine rağmen, Einstein’ın döneminden bile çok çok öteye taşıdı. Ancak bu günlere gelmemizi sağlayan insanların hayal etmekten öte yaptıkları bir şey daha vardı. O da sistematik çalışmak. Pek çoğumuz anlık olarak karşılaştığımız fırsatlar karşısında hemen bir alternatif geliştirebilmeyi stratejik zeka olarak tanımlarız. Pek çok aşamada sadece kendimizin farkettiğini düşündüğümüz bu fırsatlara karşılık verebilmek adına iş kurar ve bu doğrultuda ilerlemeyi tercih ederiz. Başlangıç aşamasında bu yaklaşım bir noktaya kadar tercih edilebilir. Ancak ilerleyen safhalarda çok da sürdürülebilir bir model değildir. Çünkü hayaliniz neticesinde ortaya koyduğunuz bir iş fikrini ticarileştirdikten sonra hala hayaller ülkesinde yaşamaya devam etmek girişiminizin ayakta kalması ihtimalini şansa bağlamakla aynı kapıya çıkacaktır. Hayal kurarak ulaşmak istediğimiz nokta veya noktaları ortaya koyabiliriz. Ancak bir noktadan sonra mantık olmazsa olmazımız haline gelmeli. Sistematik yaklaşım olmazsa olmazımız olmalı.
“Kurulan her yeni girişimin %90’ı başarısızlıkla sonuçlanmaktadır.” gibi bir ifade ile mücadele etmekteyiz yıllardır. Bu mücadelenin iki boyutu var tabi ki. Birincisi bu ifadenin aslında gerçek olmadığı yönünde. Başarısızlığın tanımı, süresi gibi unsurları değerlendirdiğimizde aslında bu ifadenin çok da gerçeği yansıtmadığını söylemek mümkün. Örnek vermek gerekirse, Amerikan İşçi İstatistikleri Bürosu’nun verilerine göre kurulan her yeni girişimin %20’si kurulduktan sonra iki yıl içerisinde, %45’i beş yıl içerisinde, %65’i ise on yıl içerisinde kapanıyor.
Girişimlerin sadece %25’i 15 yıl ve üzerinde faaliyetlerine devam edebiliyor. Bu sonuçlara bakıldığında gerek istihdam, gerek üretim, gerekse hem maddi hem de manevi kaynak kullanımı açısından çok büyük bir israf ile karşı karşıya kaldığımızı söyleyebilmek mümkün. Ancak bu israfın oranı %90 seviyesinde değil. %75 seviyesinde. Yine de çok büyük bir israf. Öte yandan bu veriler bizlere sadece sonuçla ilgili değerlendirme yapma şansı vermektedir. Süreçte ülkenin, sektörlerin ve bireylerin kazanımları ve bunun çarpan etkisi hakkında bir değerlendirme yapma fırsatımız olmaz.
İfade ile ilgili yapılan ikinci mücadele ise %10’luk kesime girenlerin neyi doğru yaparak bunu başardıkları… Ya da %90’lık kısımdakilerin nerede hata yaptıkları… literatür, web servisleri, yayınlar ve daha pek çok kaynak bu sorunun cevabını arayan örneklerle dolu.Kimisi başarı hikayesi yazarken, kimisi ise hatalarından ders çıkarmaları için insanlara öğütler vermekle meşgul. Kimisi bu başarıyı güçlü olmaya bağlarken, kimisi büyük olmakla, kimisi ise çok çalışmayla ilişkilendirmektedir. Ancak şu bir gerçek ki, işletmeler yaşayan canlı organizmalardır ve her canlı organizmada olduğu gibi kendilerine ait bir çevreleri, sahip oldukları bir takım varlık ve yetenekleri vardır. Gerek içerisinde bulundukları çevre koşullarının, gerekse sahip oldukları varlık ve yeteneklerin farklı olmasından dolayı hayatta kalma yöntemlerinin de birbirinden farklı olması beklenmelidir.
Bir bukalemunun uzun süre yaşamını devam ettirebilmesi, ki bu ister düşmanlarını isterse avını yanıltmak için olsun, bulunduğu ortamın rengine adapte olabilme yeteneğinin gelişmesine bağlıdır. Ya da bir kartalın uçma yeteneği ile keskin gözlem yeteneğini bir araya getirebilmesine, develerin sıcak çölleri aşabilecekleri süre boyunca ihtiyaç duydukları suyu depolayabilmesine, yılanın zehrine, kurdun sürü ile birlikte hareket etmesine, insanoğlunun araç ve gereçler geliştirerek içerisinde bulunduğu çevreyi değiştirebilmesine kadar örnekleri çoğaltmamız mümkün.
Dünya üzerinde evrim tarihi boyunca var olmuş türlerin sadece %1’i şu anda yaşamını sürdürebilmektedir. Hala yaşamını devam ettirebilen, başka bir ifade ile nesli tükenmemiş canlıların bu başarısının altında yatan en önemli sır ise içerisinde yaşadıkları ve sürekli değişen çevre koşullarına uyum sağlayabilmeleridir. Az önce ifade ettiğimiz gibi hayatta kalmanın en önemli şartı büyüklük ya da güç olsaydı bugün muhtemelen dinazorlar ile bir arada yaşıyor olurduk. Hatta muhtemelen onlar yaşıyor biz onları bir yerlerden seyrediyor olurduk.
Dolayısı ile bugün %25’lik (girişim ekosistemindeki genel kanıya göre %10’luk) kesimin başarısının altında yatan en önemli unsur, sahip ol oldukları varlık ve yeteneklerle değişen çevre koşullarına uyum sağlama yetenekleridir. Ancak bulunulan çevreye uyum sağlamak işletmelerin gelişimi için yeterli bir unsur değildir.Uyumun yönünü belirleyebilmek için hedeflerin de olması gerekir.